Mehmet ÇINAR/ANTALYA, (DHA)- ANTALYA’da 1896’da çıkan yangın sonrası kullanılmayan, bugüne kadar da yüzde 50’den fazlası yıkılan Şehzade Korkut Camisi, Roma döneminden Cumhuriyete yedi ayrı dönemin izleri korunarak, açık hava müzesi ve cami konseptiyle 125 yıl sonra yeniden ibadete açılıyor.
Kentin tarihi semti Kaleiçi’nde, Selçukluların fethi sonrası kiliseden camiye çevrilerek, Şehzade Korkut’un adının verildiği camide, 1896 yılında yangın çıktı. Kubbesi ve minaresinin ahşap külahı yanan cami, büyük hasar görünce ibadete kapatıldı. Zaman içinde yenilenmemesi yüzünden camiye, halk arasında ‘kesik minare’ denilmeye başlandı. Daha önce 6 kez müdahale edilen, en ciddi restorasyonu 1974’te yapılan Şehzade Korkut Camii’nin yeniden ibadete açılması için 2017 yılının nisan ayında restorasyon ihalesi yapıldı ve temmuz ayında sözleşme imzalandı.
KÜLAHI YERİNE KONULDU
Selçukluların Antalya’yı fethiyle ‘fethin sembolü’ olan, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise 2’nci Bayezid’in oğlu Şehzade Korkut’un Teke Sancak Beyliği’ne atanması ile onarılan caminin restorasyonu sürdürülüyor. Çalışmalar kapsamında, caminin ‘kesik minare’ olarak anılmasına neden olan minaresine, 123 yıl sonra ahşap külah takıldı.
Kilise döneminden itibaren 15 asırlık bir yapı olduğunu belirten Vakıflar Bölge Müdürü Hüseyin Coşar, Şehzade Korkut Camii’nin Kaleiçi’nde Antalya’nın tarihini simgeleyen en önemli eser olduğunu söyledi.
YABANCILAR BİLE ‘KURTARIN’ DİYE YAZI YAZMIŞ
Önceki yıllarda yurt dışından gelen yabancı akademisyenlerin bile yazılar yazarak, ‘Burayı bir an önce kurtarın, burası çok önemli bir yapı’ diye uyarıları olduğunu da anlatan Coşar, “Günümüze kadar böyle gelmişti. Yapı 123 yıldır açık olduğu için, kapalı bir mekan dahi olsa 5-10 yılda deforme oluyor, burası 123 yıldır açık vaziyetteydi. En sağlam görünen yerler bile topraklaşmış, mukavemet gücü kalmamıştı ve çok nitelikli bir eser burası, 7 dönem var bunun içinde. Restorasyonda bu 7 dönemi de yansıtmak istedik ve 2016-17’lerde bu işe, proje artı uygulama şeklinde başladık” diye konuştu.
80’E YAKIN KİŞİNİN YER ALDIĞI BİLİM HEYETİ
Bir bilim heyeti oluşturulduğunu, ayrıca yüklenici firmanın da danışman hocalarından oluşan toplamda 70-80 kişilik ekip bulunduğunu kaydeden Coşar, “Hakikaten çok zor bir süreçti, karar verilmesi de çok çok zordu. Bu noktada koruma kuruluna, neredeyse her hafta bizi ziyaret eden o zamanki valimiz Münir Karaloğlu’na çok şey borçluyuz bu yapının ayağa kaldırılmasında. Çünkü ciddi inisiyatif almak gerekiyordu ve o inisiyatifi hep birlikte kamu kurumları, valilik, Vakıflar Genel Müdürlüğümüz olarak aldık ve başladık” dedi.
ROMA’DAN CUMHURİYET DÖNEMİNE
Restorasyondaki mantığın, kesinlikle üzerini kapatmadan, hiçbir şekilde müdahale etmeden mevcudu korumak ve sağlamlaştırmak olduğunu anlatan Coşar, “Mimari gereklilikten dolayı çatı yaptık. Baktığımızda hangi dönemde ne yapıldığı burada belli. Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı, Cumhuriyet hepsini koruduk. Yapıyla çok uyumlu olmayan tonozlar var örneğin, ama 1970’lerde yapılmış bir müdahale ve o müdahaleyle daha fazla yıkılması önlenmiş. Onu bile koruduk. Dolayısıyla şu an baktığımızda burası zaten müze-cami fonksiyonuyla dış çevresi de çok güzel olacak” dedi.
1100 MİMARİ TAŞ AVLUDA SERGİLENECEK
Yapıda 1100 civarında mimari kalıntı taşın tek tek projelendirildiğini, paftalarının yapıldığını ve bunların avluda sergileneceğini dile getiren Hüseyin Coşar, şunları söyledi:
“Caminin değişik bölgelerinde cam bölmeler yapıldı ve alttaki mimari kalıntılar görülebilecek. Cami fonksiyonuyla da işlev verileceği için müezzin mahfili, minberi, mihrabı hepsi tamamlandı, avizeleri konuldu. Şu an son rötuşlarını yapıyoruz. Şu ana kadar yürütülen en zor restorasyon diyebilirim. Çünkü çok fazla belirsizlik var, yedi dönem var, o dönemler birbirine karışmış ama temel mantık olarak bilim heyeti ve koruma kurulumuzun da bu konudaki anlayışı, ‘bu yapıyı mevcut haliyle koruyalım.’ Çünkü daha önce sıva yapılmıştı.”
YÜZDE 50’DEN FAZLASI YIKIKTI
123 yıllık süreçte yapının yüzde 50’den fazlasının yıkık vaziyette olduğuna dikkat çeken Coşar, “Zaten çatı yoktu. Birçok duvarı yeniden ördük. Üzerine çıkıldığında sallanıyordu ve her an düşme tehlikesi vardı. Muhtemelen buralar da yıkılacaktı. Örneğin sağlam görünen bir duvar vardı ve restorasyon aşamasındayken yıkıldı. Güney duvarı baştan sona beden duvarı 39 santim şakulünden kayıktı. O taşları söküp numaralandırdık, derz aralarındaki tuğla parçalarını bile numaralandırıp aynı yerine koyduk” dedi.
TÜRKİYE’DE İLK UYGULAMA
Restorasyonda Türkiye’de bir ilk uygulandığını da söyleyen Coşar, muhtemelen yurt dışında da olmayan uygulamayı şöyle anlattı:
“Limra taşı mukavemete daha zayıf olduğu için yüzlerce parçaya ayrılmıştı. Mantık olarak bunları söküp yenisiyle değiştirmemiz lazımdı. Çünkü mukavemeti kalmamıştı. Bu defa da tamamen yeni taş yapılmış cami gibi gözükeceği için bilim heyetimiz bunun üzerinde çok çalıştı. Nasıl bunları bir araya getirebiliriz diye ve bazıları 100’den fazla parça olduğundan tek tek birleştirdik. Sonra bütün taşları tek tek çelik kafes içine aldık. Dolayısıyla yük çelik kafeslere bindi ve taşları özgün halde koruyabildik. Türkiye’de böyle başka bir uygulama yok.”
MONOPTEROS BULUNDU
Restorasyonda son rötuşların yapıldığını, 2 aya kadar tamamlanacağını, bu süreçle birlikte 125 yıl sonra caminin yeniden ibadete açılacağını belirten Coşar, alanda bir de monopteros (çatıyı destekleyen, ancak duvarı olmayan dairesel sütun) bulunduğunu açıkladı. Coşar, “Cami karşısında bir alan vardı ve valilik kamulaştırdı. Oraya da proje ürettik, buranın şadırvan ve tuvaleti, üzerine de kültür evi yapacağız. Camide ufak tefek işlemler kaldı. Avlu kısmında da restorasyona başladığımızda monopterosun yarısı gözüküyordu, yarısı da yolun altındaydı. Roma dönemine ilişkin çok önemli yapı fakat kaldırım altında kalmıştı. Üzerindeki kalıntı da köşedeydi. Koruma kurulundan izinle kazı yapıldı ve monopterosun tamamı çıkarıldı” dedi.
FOTOĞRAFLI